Fatmanur Erdogan, fatmanur@ippaworld.com
Pozitif psikoloji alanına yoğunlaşan bir psikolojik danışman olarak insanı hazza dayalı mutluluk peşinde koşturarak, yaratılan içsel boşluğun bıraktığı tatminsizlikten fayda sağlayan markaların yavaş yavaş yön değiştirmeye başladığını görmek umut verici. Pozitif psikoloji temelde bireylerin, kurumların ve toplumun yaşam kalitesini hangi faktörlerin nasıl artırdığı ile ilgilense de, “pozitif” kelimesi, bu bilim alanının “mutluluk bilimi” olarak ün salmasına ve kurumlarda mutluluk furyasının da başlamasına ister istemez etken oldu. Mutluluğa böylesine derin bir istekle sarılma ihtiyacı duymamıza çok da şaşırmamak gerek. Son 9 yılda antidepresan kullanımı %160 oranında artış gösterdi. Her 10 kişiden biri antidepresan kullanıyor.
Antidepresan yerine “mutsuzluğunuz için alışverişi deneyin” önermesine sarılan markalar elbette arzu ettiğinize kavuşmanın verdiği hafiflikle sizleri birkaç saatliğine de olsa iyi hissettiriyor. Bu küçük kaçışlar cebinizi hafifletirken aynı zamanda sıkıntılarınızı da bir müddet hafifletiyor. Ama sıkıntının bir müddetliğine yok olması mutlu olduğunuz anlamına gelmiyor. Tıpkı, depresyonda olmamanızın mutlu olduğunuz anlamına gelmediği gibi.
Hayatın amacının mutluluk olduğu varsayımından yola çıkarak mutluluğu odağınıza almanız, mutsuz ve hayal kırıklıklarıyla dolu bir yaşantıya göz kırptığınız anlamına gelir. Hayat özünde çeşit çeşit zorluklar, trajediler ve travmalarla doludur. Çözülmesi gereken sorunlar ve bir türlü bitmek bilmeyen olaylar hayatın parçasıdır. Hiçbir film senaryosu yoktur ki herşey güllük gülistanlık olsun. Olaysız bir film ne seyirciye heyecan verir ne de o filmle aranızda bir bağ kurdurur. İnsan seyrettiği filmde hayatın içinden bir kare bekler ve kendi acısının benzerini bir başkasında görerek huzur bulmak ister.
Hayatınızda öyle zamanlar olur ki, mutlu olmanız mümkün olmaz. Ölümler, finansal sorunlar, boşanmalar, yıkılan hayaller, hedefe giderken önünüze çıkan engeller olduğunda mutlu olmanızı beklemek pek akıl karı değildir. Mutluluğun en üst mertebe olması düşüncesi ve her daim mutluluk hissinin yaşanmasına dair bir dayatma, zorluklar, acılar, felaketler ve üzüntülerle dolu dönemlerden geçtiğiniz zamanlarda utanç duymanıza sebep olur.
Hayatta her duyguyu yaşamanın gerekliliği vardır: üzgün olmak, şevkatli olmak, agresif olmak, sevinçli olmak gibi. Ruh sağlığı yerinde bir insan, farklı olaylar karşısında, her tür duyguyu ustalıkla sergileyeceği şekilde olaylara tepki verir. Bu durum bize duyguların salt mutluluk ya da mutsuzluk boyutuna indirgenemeyeceğini gösterir. En basit ifadeyle, mutluluğu yaşamınızın odağına koymak, deneyimlerinizi değersizleştirir.
Tüm bu acıların varlığı, mutluluğun iyi bir şey olmadığı ya da mutlu olmak için çaba sarfetmeye gerek olmadığı anlamına gelmiyor. Mutluluk bir insanın yaşayabileceği en olumlu ve coşkusu yüksek duygulardan. Ona rastladığınızda tadını çıkarmak, doyasıya o hissi yaşamaktır en doğal olan. Nihayetinde, uçucu olduğunu da unutmadan…
“Mutlu olmak istiyorum” diyen birinin yakarışlarını duyduğunuzda genelde kişinin anlatmak istediği şey “artık acı çekmek, kaygı duymak, üzülmek ve zarar görmek istemiyorum” ifadesidir. Pozitif psikoloji biliminin öncülerinden Tal Ben-Shahar mutluluğu “keyifli ve anlamlı bir yaşamdan edinilen deneyim” olarak ifade eder. Yani acıdan tamamıyla soyutlanmış bir mutluluğun olamayacağına atıfta bulunur. Acıdan kaçmak, size anlamlı bir hayatı sunacak tüm olasılıklardan kaçmaktır. Korkuları yenmenin en başarılı yolu korktuğunuz şeylerden kaçmak değil, korkularınızla yüzleşmektir. Mutluluğun varlığı da, benzer şekilde, acıyla yüzleşebilme gücünüzden geçer. Bu yüzden yüklendiğiniz sorumlulukların ve anlamlı aktivitelerin varlığı kritik önem taşır. Tüm mesele, yaşamınıza anlam katacak ve tutkuyla bağlanabileceğiniz bir şeyler bulmaktan ibarettir.
Mutluluğa odaklanarak onu aramak, bulmak ve kaybetmemek üzerine oluşturulmuş bir yaşam yerine beş boyutlu iyi oluş modelinden faydalanarak yaşamınızı iyileştirmeniz daha sağlıklı bir yöntem olacaktır. İyi oluştan kastımız, iyi hissetmek ve iyi işlevde bulunmaktır. İyi oluş düzeyinizi artırmak için yapacağınız çalışmalar kısaca şöyle ifade edilebilir: olumlu duygularınızın olumsuzlara nazaran daha sık oranda hissedilmesinin sağlanması, derin ve doyurucu ilişkiler kurduğunuz birlikteliklerin olması, anlamlı aktivitelere yer vererek yaşamınızın bir anlamı olduğuna olan inancınızın oluşması, yaptığınız işlerde kendinizi başarılı hissetmeniz ve tutkuyla bağlanarak keyif aldığınız meşguliyetlerinizin olmasıdır.
Senin İyi Oluşunun Marka Yönetimi İle Ne İlişkisi Olabilir ki?
Konuya teknoloji şirketlerinden bir örnek üzerinden bakacak olursak, geçtiğimiz yıllarda facebook’da çalışan yazılımcıların bir kısmı işinden ayrıldı ve teknolojiden uzak doğaya yakın yerlerde yaşamaya başladı. Bir kısmı da farklı şirketlere geçiş yaptı. Sebebi, iş hayatından sıkılıp Bodrum’da kafe açmak hayalleri değildi elbette.
Şirketin üst düzey yöneticilerinden Andrew Bosworth’un Cambridge Analytica skandalının ardından, “büyümek için herşey mübahtır” anlayışını savunması, CEO Mark Zuckerberg’in olaydan günler sonra konuyla ilgili açıklama yapabilmesi, vatandaşların #deletefacebook kampanyasını başlatması, çalışanların yaptıkları işte buldukları anlamla kişisel değerleri arasında bir çatışma yaşamalarına neden oldu.
Geçtiğimiz yıl, Facebook’un kurulduğu yıllarda kullanıcı sayılarının artırılmasından sorumlu genel müdür yardımcısı Chamath Palihapitiya, Stanford Üniversitesi’nde yapılan panelde sosyal medya platformları yöneten teknoloji şirketlerinin iş anlayışlarının, sosyal ve kültürel yapının yıpranmasına neden olduğunu, bu tür tüketici interneti şirketlerinin kitleleri çok hızlı manipule ederek, kısa süreli dopamin yüklemesiyle sizi bağımlı kılmaya çalıştığını ifade etti.
Bu anlayışla çalışan şirketlerin insanlar arası ilişkileri ve işbirliğini bozduğunu söyledi. Palihapitiya, facebooktan ayrılarak 2011 yılında Social Capital isimli “dünyanın en zor problemlerini çözerek insanlığın gelişmesine katkı sağlamak” misyonuyla hareket eden bir yatırım şireti kurdu. Kişisel serveti 1.2 milyar dolar olan Palihapitiya’nın kurucusu olduğu Social Capital bünyesinde 68 şirket bulunuyor.
Yukarıdaki örnek, bazı şirketlerin kurumsal markalarını günümüzde hangi dinamikler üzerinde şekillendirdiklerine dair önemli tiolar veriyor. Bu dinamiklerin de insan üzerindeki etkisine kısaca değiniyor. Bu örnekleri çoğaltmak çok mümkün. Kendi sektörünüzün değişmesine neden olan girişimlere ve gelişmelere şöyle kabaca bir bakacak olursanız, benzer örgüleri rahatça görebilirsiniz.
Marka dendiğinde çoğunuzun aklına ürün markaları geliyor, oysa kurumsal markaların yönetimi günümüzde şirketlerin ayakta kalma başarılarının ardındaki itici ve kanımca en birinci ve en kritik faktördür.
Kurumsal markasını doğru yönetmeyi başaran yönetimler, şirketlerine dair her tür konuyu daha net bir şekilde karara bağlayıp, şirket performansına olumlu etki sağlayabilir. Benzer şekilde, sahip oldukları diğer ürün markalarını bugün olduğundan çok ama çok daha başarılı yönetebilirler. Çünkü ürün markası, kurum markasını oluşturan bileşenlerden ayrı düşünülemez. Keza, çalışan markası da kurumsal markanın, sadece tek bir bileşenidir ve tek başına asla yönetilemez. Şirketlerin gün içerisinde çözmeye çalıştığı sorunlar görüldüğü gibi mutluluk sorunları değildir.
Hedeflerle yönetilen şirketlerde mutluluğun bir hedef olması, sadece çalışanı değil müşteriyi de oldukça zayıf ve kırılgan bir amaca yöneltir.
Eskiden aynı pozisyonda 20-30 yıl kalan, ama oturduğu koltuktan 20 yıl sonra kalktığında kayda değer pek de birşey yapmadığını farkeden insanlarla doluydu şirketler.
Bu insanların kariyerleri değil, işleri vardı aslında. Onlar yönetimden, aldığı ücretten, çalışma anlayışından, düşük yaratıcılıktan ve daha birçok şeyden şikayet eden ama yer değiştirmeye de cesareti olmayanlardı.
Ardından dönemin değişmesiyle birlikte imkanlar arttı ve beklentiler de farklılaştı. Bu insanlar yeteneklerini optimum seviyede kullanma ihtiyacı ve ısrarı olanlardı. Onlar, yeteneklerini kullanabilecekleri, yaşamak istedikleri hayatla örtüşen şekilde hareket eden kurumsal markaları bulamayınca, aynı koltukta bir yıl dahi oturmak istememeye başladılar.
Aynı kişiler, şirketlerin yarattığı ürün markalarına baktığında, ürünlerin de tıpkı şirketlerin içinde deneyimledikleriyle benzer bir dokuya sahip olduğunu gördüler.
Kimisiyse ürün markası ile kurum markası vaadleri arasında uçurumlar olduğunu farketti. Bu yüzden onlar ne markalara ne de ürünlerine sadık kaldılar.
Bir bütünlük içerisinde hareket edemeyen bu şirketlerin onlarda bıraktıkları izler nasıl olduysa, benzer izleri şimdi onlar markalar üzerinde bırakmaya başladılar.
Seni haz odaklı mutlu etmek için var eden marka, şimdi aynı hazza dayalı davranışları sergileyen bir müşterin ya da çalışanın olarak arana katılıyor.
Şirketler, kurumsal marka algısı ve beklentiler arasındaki uyumsuzluktan doğan durumun kendilerine itibar, müşteri ve yetenek kaybı olarak döndüğünü farkettiler fakat bunu müşterilerin “artık hiçbir markaya sadakatlerinin olmamasıyla” açıkladılar. Sanırım epey yanıldılar. Çözümü nedir tüm bu uyuşmazlıkların diye soracak olursanız, benim kurguladığım ve başarıyla hayata geçirdiğim kurumsal marka yönetimi modeli iyi oluşa dair çalışmalara dayanıyor.
Bilirsiniz Zara, içinden geçtiği rekabetin zorluklarına çözüm olarak, öncü bir yaklaşımla ürün gamının %70’ini 15 günde bir değiştirdi. Zara’nın operasyonlarındaki bu çeviklik kanımca oldukça takdir edilesi ve operasyonel mükemmelliyetçilik adına alkışlanmalıdır. Ne var ki Zara, Inditex Grubu’nun bir markasıdır. Inditex kurumsal markadır ve ürün makalarından Zara’ya nasıl bir değer kattığı muammadır. Inditex Grubu’nun markaları arasında Oysho, Massimo Dutti, Pull and Bear gibi markalar da bulunuyor. Oysa, sektör çalışanlarının şirketle ilgili kısıtlı bilgisi dışında Inditex Grubu ve kurumsal marka vaadi hakkında siz ne biliyorsunuz?
Kurumsal marka yönetimi, özünde insanın iyi oluşu ile yakından ilişkilidir.
Her 15 günde bir mağazada yeni bir ürünle karşılaşıyor olmak kısa vadede size hazza dayalı minik mutluluklar verebilir ama kısa hazların bıraktığı boşlukları doldurmanıza yetmeyecektir.
Eve döndüğünüzde antidepresanlara sarılmak yerine, iyi yaşamı oluşturan yedi boyutlu iyi oluş modelini kullanarak hareket etmek, müşteri sadakatini yeniden geri kazanmanızı hem çalışanlarınızın hem de içinde bulunduğunuz toplumun size büyüme iznini vermesini sağlar.
IPPA, Türkiye’de iletişim yönetimini pozitif psikoloji ve yaşam kalitesi odaklı stratejilerle birleştiren tek şirkettir. IPPA tarafından sunulan Pozitif Liderlik Stratejileri, Yaşam Kalitesi Odaklı Sosyal Sorumluluk Projeleri, Pozitif Psikoloji temelli Seminerler, Kurumsal Sosyal Girişimcilik , Kurumsal Sosyal Marka Yönetimi ve diğer IPPA’ya özel eğitimler ve strateji temelli iletişim danışmanlık projeleriniz için info@ippaworld.com adresinden bize ulaşabilirsiniz.