Sadece Hükümet Değil, Şirketler de Toplumun Yaşam Kalitesini Artırmaya Odaklanmak Zorunda

Hepimiz iyi yaşamak istiyoruz. Hem kendimiz hem de çocuklarımız için güzel bir çevre, iyi eğitim, besleyici ilişkiler, sağlıklı, uzun ömürlü ve tatminkâr bir yaşamı arzuluyoruz. Kendimizi geliştirmeye, etrafımıza yararlı bireyler olmaya ve dünyaya fayda yaratmaya değer veriyoruz. Hayatımızı olumlu yönde etkileyecek çalışmaları destekliyor, iyi yaşamayı hak ettiğimize inanıyoruz.

Bu ülkenin vatandaşları olarak hükümetin “yaşam kalitemizi” artırmasını bekliyoruz. Bu beklentilerini dile getirenler, hükümetin yaptığı çalışmaları değerlendirirken, şu sorulara cevap arıyor: Geçmişte bu alanda neler yaptın? Bize vaad ettiğinle, bugün gelinen nokta arasında fark var mı? Varsa neden? Vaadini yerine getirmek için planladığın süre içerisinde neler yapmayı planlanlıyorsun?

Yani, sorumluluk iletişimi açısından baktığımızda, hükümetin yaşam kalitemizi artırmaya yönelik gelecek planının olmasını talep ediyor, olmamasını kabul etmiyoruz. Planlarında sapma olduğunda hesap soruyor, tatmin edici cevap bekliyoruz. Şeffaf olmalarını bekliyoruz. Kötü planlama yapıldığını düşündüğümüzde, düzeltilmesi için görüş bildiriyor, eleştiriyor, planların iyileştirilmesi için ses çıkartıyoruz. Gerektiğinde iyileştirme faaliyetlerinde bizler de yer alıyoruz.

Görünüşe göre, kendi hayatımızı etkileyen ve yaşam kalitemizi artıracak tüm alanlarda hangi işlerin nasıl yapılması gerektiği hakkında fikrimiz var. Öyle ki, işler bizim beklentilerimiz yönünde olmadığı zaman hızlıca hataları görebiliyor ve düzeltilmesini talep ediyoruz. Bir vatandaş olarak, yapmamız gereken de budur.

Yaşam Kalitesini Artırmak Kimin Görevi?

Yıllarca, toplumların yaşam kalitesini artırmaya yönelik çözüm yaratmada tek sorumlunun hükümetler olduğu yönünde görüş birliği vardı. Ancak son 20 yıldır liderlere yönelik uluslararası platformlarda farklı bir görüş birliği oluştu.

Toplumun yaşam kalitesini artırmanın tek başına hükümetler tarafından çözümlenmesinin artık mümkün olmadığında hem fikir olundu. Özel şirketleri yöneten dünya liderleri de, toplumun yaşam kalitesini artırmada şirketlerin önemli bir görevi olduğu görüşünü destekledi. Özel sektör, kamu ve toplum ile elele hareket tartışılmaz bir gereklilik oldu.

İyi yaşamın salt hükümetin değil hepimizin temel sorumluluğu bilinci böylece yerleşmiş oldu. Öyleyse, sormamız gereken iki ek soru var.

  • Bizler, birey olarak, üzerimize düşen sorumluluk doğrultusunda hareket ediyor muyuz?
  • Özel sektör, toplumun yaşam kalitesini artırmak için, hükümetten beklenen titizlikte bir planlama ve şeffaflıkla hareket ediyor mu?

Şirketler, bu süreçte toplumun ihtiyaç ve beklentilerine cevap vermek amacıyla yönetimlerine sürdürülebilirlik anlayışlarını kattı. Sürdürülebilir gelişim çalışmaların önemli bir bacağı da “sosyal sorumluluk” oldu.

İş Dünyası Cömert.

Şirketler sosyal sorumluluk projelerine ayırdıkları bütçeler açısından cömert sayılır. Sadece Türkiye’de bir yıl içinde milyonlarca dolarlık toplumsal projeler hayata geçiriliyor. Çalışanlar bu tür projelerin yapılmasını kültürlerinin bir parçası olarak görmek konusunda istekli, iyi niyetli ve fayda yaratmayı da seviyor.

O zaman aklımıza şu soru geliyor. Harcanan bunca emek ve bu konuda yapılan yatırımlar sosyal dönüşümün yaratılmasında neden etkili olmuyor?

Bu sorunun cevabı birkaç kritik açıdan ele alınabilir.

Sosyal Fırsatçılık İtibar Zedeler.

Bunlardan biri, sosyal sorumluluk çalışmalarının fırsatçı yaklaşımlara maruz kalması.

Özel günlerde, bayram seyranda reklam filmi yayınlamak moda oldu. Şirketler imaj tazelemek ve sempati kazanmak adına reklam yayınlayınca geri tepmeye başladı. İnsanlar samimiyetsizliği çok hızlı fark etme becerisine sahiptirler. Sağlam bir strateji ve entegre planlanlama ile ortaya konan projeler yapılsaydı, reklam filmleri bu projelere dair beklenti ve sonuçları yayınlama yolunu seçerdi. Yani çalışmaların yaşam kalitemizi nasıl artırdığının anlatıldığı reklamlar görürdük.

Fakat bu tür bir iletişim göremiyoruz. Gördüğümüz şaşmaz tablo şöyle: anadolu insanının yer aldığı, ekonomik olarak dezavantajlı ama şirin çocukların oynatıldığı arabesk reklamlar izleyiciye sunuluyor. Gündemde ne varsa, ki bu aralar “kadın” var, kadına yönelik reklam filmleri yayınlanıyor ama etkisi ölçümlenmiş projelerin reklamı nedense hiç yapılamıyor.  

Dönemin ruhuna uygun “kullan at” mantığı ile özel günlere yönelik hazırlanan tek kullanımlık reklam filmleri ve youtube videoları, popüler zafer peşinde koşan şirketlerin imaj tazeleme malzemesi olarak sunulmaya devam ediyor.

Öyleyse hem vatandaşın hem müşterilerin hem de yönetimlerin, bu tür sosyal fırsatçılık anlayışıyla hareket eden markaları sorgulaması ahlak gereğidir.

Yeditepe Üniversitesi Felsefe bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Doğan Özlem, Ahlak Felsefesi adlı kitabında ahlak kelimesinin kavram olarak huy, mizaç, karakter anlamına geldiğinden bahseder. Anlam olarak ahlakı “tek kişinin veya bir insan topluluğunun belli bir tarihsel dönemde belli türden eğilim, düşünce, inanç, alışkanlık, görenek ve bunlarda içerilmiş olan değer, buyruk, norm ve yasaklara göre düzenlenmiş ve haliyle gelenekleşmiş yaşama biçimi” diye tanımlar.

Şirketlerin ahlakı da, içinde bulunan insanların ahlak seviyesinden ayrı düşünülemez. Şirketin kararları, yönetişim ilkeleri, o kararları alan bireylerin ahlakının somut bir yansımasıdır. Herkes işini iyi yaparsa toplumun güçleneceğine, meslek ahlakının toplumsal ahlaka katkı sağlayacağına inancımız olmalı. Aksi takdirde çözümün bir parçası değil, şikâyet ettiğimiz konuların birer işbirlikçisiyiz demektir. Hipokrasinin ne bireye ne çevresine ne de dünyaya faydası görülmemiştir.

 

Fikir değil, Strateji Satın Alın.

Harcanan bunca emek ve yatırım neden sosyal dönüşümün yaratılmasında etkili olmuyor sorusunun ikinci kritik nedeni, şirketlerin strateji değil fikir satın almasıdır. Strateji tasarlamak çok önemli bir yetenektir. Strateji uzun dönemli düşünmeyi gerektirir. Fikir bazlı projeler kısa dönemli ve fırsatçı yaklaşımlara gebedir.

Bir fikrin doğru olup oılmadığını, o fikrin çıkmasına neden olan strateji belirler.

Stratejik planlama doğrultusunda yapılan sosyal sorumluluk projelerinin odağında mutlaka yaşam kalitesi olmalıdır. Ancak o zaman sosyal etkisi yüksek, iletişimi sürdürülebilir olur.

Pozitif Psikoloji bilimi ve Yaşam Kalitesi

Yaşam kalitesi, toplumların ulaşmayı amaçladığı en önemli evrensel hedeflerden birisidir. İnsan hakları konusunda tüm politik kararların alınmasında önemli bir göstergedir. Yaşam kalitesini hangi faktörlerin nasıl artırdığını araştıran bilim dalı olan pozitif psikoloji, yaşam kalitesi göstergelerini inceleyerek, projelerin sosyal etkisinin en üst seviyede olması için kanıta dayalı, uzun soluklu bilimsel çalışmalar yapar.

Bir sosyal sorumluluk projesi, markadan, ürün ve hizmetlerinden, çalışanlarından ve müşterilerinden ayrı planlanmaz. Bu da entegre planlama gerektirir.

Neden Markaların Odağında Yaşam Kalitesi Olmalı?

Gelecekte ayakta kalacak şirketler hiç şüphesiz sosyal şirketler olacaktır. O halde, işlevsel ve duygusal marka yolculuğunuzdan sosyal marka yolculuğunuza geçmek için kolları sıvamak gerekiyor.

Sosyal marka olmak ne sosyal medyada olmak ne de sosyal sorumluluk projesi yapmaktır. Sosyal markaların, kurumsal marka yönetimi açısından ele alınması esastır. Sosyal marka olmak, müşterilerinizin, çalışanlarınızın ve toplumun yaşam kalitesini nasıl artırmayı planladığınıza dair keskin bir vizyonunuzun, güçlü bir stratejinizin ve çevik bir eylem planınızın olmasıyla mümkündür.

Yaşam kalitesi, ekonomik kalkınmayı kapsayan, gelir, eğitim, entelektüel birikim, sosyal ilişkiler gibi sekiz ana indikatörü içine katan oldukça geniş bir kavramdır. Yaşam kalitesi,vatandaşların ne derece refah içinde yaşadıklarını görmek ve sunulan imkanlar karşısında nasıl hissettiklerini ortaya koyan belirgin bir yaklaşım metodudur. Yaşam kalitesi hem objektif hem de subjektif göstergeleri dikkate alır. Sübjektif göstergeler bireylerin yaşadıkları deneyimler sonucu ortaya çıkan duygular olurken, objektif göstergeler ise sübjektif göstergeleri yaşatan etmenlerdir.

2000 yılından bu yana pozitif psikoloji bilimi üzerine çalışan bir iletişimci ve psikolojik danışman olarak inanıyorum ki, yaşam kalitesi odaklı sosyal sorumluluk anlayışlarının hayata geçmesiyle hem Türkiye kalkınacak hem de markalar “neden sadakat ortadan kalktı?” sorusunun cevabını bulacak.

Geleceğin ayakta kalan şirketleri ve markaları toplumun yaşam kalitesini artıran sosyal markalar olacaktır. Çünkü artık müşteri “Hangi marka benimle birlikte istediğim yaşamı yaratamaya hazır” sorusuna cevap verebilenlerle yol almayı tercih ediyor.000

 

IPPA, Türkiye’de iletişim yönetimini pozitif psikoloji ve yaşam kalitesi odaklı stratejilerle birleştiren tek şirkettir. IPPA tarafından sunulan Pozitif Liderlik Stratejileri, Yaşam Kalitesi Odaklı Sosyal Sorumluluk Projeleri, Pozitif Psikoloji temelli Seminerler,  Kurumsal Sosyal Girişimcilik , Kurumsal Sosyal Marka Yönetimi ve diğer IPPA’ya özel eğitimler ve iletişim danışmanlık projeleriniz için info@ippaworld.com adresinden bize ulaşabilirsiniz.

 

Bu makale Fatmanur Erdogan tarafından Brand Map dergisi Haziran 2018 sayısında yayınlanmıştır.